Sayfalar

27 Ocak 2011 Perşembe

Varlık



İlk sözlerimi Thomas Nagel yeterince açık bir şekilde dile getirmiştir.

‘‘Günlük yaşamda, başka insanların bilinçli olduğuna inanırız ve neredeyse herkes başka memelilerin ve kuşların da bilinçli olduğuna inanır. Ama insanlar balıkların, böceklerin, solucanların ve deniz analarının bilinçli olup olmadığı konusunda farklı düşünürler. Yine, onlar amip veya paramisyum gibi tek hücreli hayvanların bilinçli tecrübeleri olup olmadığı hakkında – hatta böyle yaratıklar muhtelif türden uyarıcılara göze çarpar şekilde reaksiyon göstermiş olsalar bile – daha fazla kuşkucudur. Çoğu insan bitkilerin bilinçli olmadığına inanır ve neredeyse hiç kimse kayaların, otomobillerin, sigaraların veya dağ göllerinin bilinçli oldupuna inanmaz. Başka bir biyolojik örnek olarak bedenimizi oluşturan hücreleri ele alalım. Üzerinde düşündüğümüzde çoğumuz, onların kendi başlarına tek tek her hangi bir bilinçli tecrübeye sahip olmadığını söyleyecektir.

Tüm bu şeyleri nasıl biliyoruz? Bir ağacın dalını kestiğinizde, bunun onun canını acıtmayacağını nasıl biliyorsunuz? Acaba o, hareket edemediği için mi acısını ifade edemiyor? ( Ya da belki de o, dallarının budanmasından hoşlanıyordur.) Merdivenleri hızla bir solukta koşarak çıktığınızda, kalbinizdeki kas hücrelerinin bir acı yada heyecan hissetmediğini nasıl biliyorsunuz? Burnunuzu sildiğiniz kağıt mendilin herhangi bir şey hissetmediğini nasıl biliyorsunuz?

Bir şeyin hareket etme yeteneği yoksa kendisinin bir şeyler algıladığı ya da hissettiğiyle ilgili herhangi bir davranışsal kanıt ortaya koyamaz.

Belki ağaçlar bir şekilde bizden tamamen farklı bir şey hissediyorlar da bizim bu hissin ne olduğunu anlamamız, onların tecrübeleri ile gözlemlenebilir tezahürleri veya fizik durumları arasındaki korelasyonları keşfetmemizin bir yolu olmadığından dolayı mümkün olmuyor.

Ağaçların tecrübelerini doğrudan gözlemleyebilirmemizin bir yolu yoktur. Yine, aynı nedenden dolayı, herhangi bir durumda herhangi bir tecrübenin yokluğunu ve sonuç olarak da herhangi bir korelasyonun yokluğunu gözlemleyebilmemizin bir yolu yoktur. Bir ağacın veya bir solucanın içine bakarak ne bir ağacın bir tecrübeye sahip olmadığını nede bir solucanın bir tecrübeye sahip olduğunu söyleyebiliriz.’’



Bir taşın hareket etmemesine, insanlara tepki vermemesine önyargıyla yaklaşıp cansız bir nesne olduğunu ileri sürmemizin onları aşağılamaktan hiç bir farkı yoktur.

İnsanlara özgü olarak gözüken anılar, neden nesneler içinde geçerli olmasın? İnsanlardan çok daha uzun yıllar boyu dünyada kalan nesnelere ‘anı’dan yoksun denilmesini, insanların kendilerini yüceltmeye yönelik bir tavır olarak değerlendirebiliriz. Daha rahat, umursamadan, pek çok şeyi hiçe sayarak yaşamak ne kadar huzurlu olmalı ki, birçok insan bu tavrı takınmaktadır.

Nesnelerin yaşadıkları gözle görülecek kadar çoktur. Tabi bunlara bir çok farklı anlam yüklenebilir.(iz, leke vb.)

Bir kayanın üzerindeki veya bir metal parçasının üzerindeki izler bir çok olaydan sonra oluşmuştur. Bu, nesnelerin de bir ‘anı’sı olabileceğinin göstergesidir. Ancak bu o kadar önemsenmez, görmezlikten gelinir. Anı’sız bir şeylerin varolmasını kabul etmek ne kadar doğrudur? Nesnelerin herhangi bir şeyi anımsamadığını ileri sürmek ne kadar bize düşer? Bir nesnenin yaşanmışlığını gösteren izler ya da lekeler insanlar üzerinde oluşsa, bu izlerin nasıl oluştuğuna dair düşünceler kafamızı kurcalayacaktır. ( Yani o kişinin anıları).

İnsansı algılarımızla bir çok şeyi göremiyor ve algılayamıyoruz.

Rahat yaşamak için bir çok şeyi görmemezliktenmi gelmeliyiz?

Bazı şeylerin farkında olmamızın umarsızca tüketmemizi kısıtlayacağına inanmaktayım, bu bence iyi, bir çok kişi içinde kötü bir durum olabilir. Hiç bir şeye aldırış etmeden o zaman her şeye sahiplenebilecekmiyiz? Bu da ne kadar çok bu gerçeği anlamak isteyeceğimizi açıklar.



Varlıklar arasındaki iletişim

Nesneler arasındaki iletişimin insalar arasındaki gibi olmadığı ortada. Bunu tam olarak insanca açıklamak neredeyse imkansız. Nesnelerin görsel anlamda birbirlerini sarmaları, tamamlamaları, itmeleri, çekmeleri belki onlar için farklı durumlar ya da farklı duygulardır. Aralarındaki bağ her zaman birbirlerini etkilemektedir. Herşey gibi dünyanın başlangıcından beri onlar da değişmiş, evrim geçirmişlerdir. Bedensel olarak bağ kuran nesneler, görsel olarak birbirlerini etkileyerek değişirler, birbirlerine uyum sağlarlar.

Herşeyi insan gibi algılayıp, herşeye kendimize göre anlam yükleyerek kesin kanaat mi getirmeliyiz? Bilimsel çözümler bularak insanın açıkladığı gibi insanca mı inanmalıyız? Birçok insana göre tohumdan çıkıp büyüyen bir ağacın herhangi bir deneyimi olmaz, herhangi bir anısı yoktur. Sırf öyle bir özelliği olduğu için anlamsızca meyve verir. Meyve vermesinden herhangi bir zevk almaz, annelik duygusu gibi bir şey yoktur. O meyveler birbirleri ile iletişim halinde değildir. Güneşin doğuşunu hissetmezler. Bunları sadece insanlarmı hisseder dersiniz. Bu kadarmı yüceltiriz kendimizi. Uzun süre varlığını devam ettirdikten sonra hiçbir şey hissetmeden yokolur. Duygusuzca, zevk almadan, mutlu oladan, acı çekmeden ölür. Acaba öylemidir?

Belki insanlardan üstün bir bilinç ya da iletişim anlayışı bulunmaktadır. Ancak varsayımı hiç kimsenin kabul edeceğini sanmıyorum.


Varlıklar arası iletişime insan anlayışı ile bir şey söylemek pekte mümkün değil. En büyük algılardan görsel olanı ortaya çıkarmanın onlar için öncelikli ve çok daha derin bir şey olduğuna inanmaktayım.

Nereye kadar kendimizi yücelteceğiz. En zeki, en anlamlı, en güzel varlıklar olduğumuzu kendimize söylemek bize çok zevk veriyor olmalı.

İnsanlar herhangi bir duygusal boşluğa düşüp kendilerini yalnız hissetiklerinde nedense değer vermedikleri varlıklar ya da nesnelerle çok iyi iletişim kurmaya başlarlar bu paylaşım hiç bir menfaat içermez. Dünyada herşeyin birbirine ihtiyaç duyduğu kesin etkileşim ve iletişim içinde olduğu ortadadır.

Nesnelerle iletişim içinde olduğumuzda özelliklede sanat yapıtına dönüştürmeye çalışırken nesnelerinde çok şey söylediğinin farkına varır ve onun isteği doğrultusunda ilerlemeye başlarız. İlk görüldüğünde neye dönüşeceğine bir anda o karar verebilir. Buna çok fazla anlam veremeyiz. İletişim içinde olduğumuzu ne kadar fark ederiz. Hiç bilmediğimiz görmediğimiz bir biçimi ortaya koyarken en saf halimizle kendimizi öne sürüp bu benim bilinç altımdan çıktı deyip yine kendimizi yüceltmemeliyiz. Çünkü buna iletişim kurulan nesne karar vermiş olabilir.

Son çalışmalarda nesnelerin yüceltilmesine yönelik olmaktadır.

Dünyada yeterince kendimizi yüceltip, övmemiz yetmedimi. Acaba ölümden sonrada kendimizi yücelte bilecekmiyiz.


Ayhan Mutlu

www.ayhanmutlu.org