Sayfalar

12 Eylül 2010 Pazar

Land Art





Arazi Sanatı (Land Art)


İnsan tekil bir varlıktır. Onu hayvanlardan ayıran yegane özellik doğanın bir figürü olması değil onu şekillendiren biri olmasıdır. Akıl ve beden içinde doğayı keşfedendir. Her koşulda kendi evini yapmayı başarmıştır. İnsan durumunu belirten birçok iletişimde çevre öncelikli sırada yer almıştır. İnsanın arka planında bulunmakta olan aktivitelerin en önemlisi ve en büyüğü doğadır. Ona taptık, bozduk ,yeniledik, yıktık ve doğumla ölüm arasında konforlu bir şekilde doğanın ağında oturduk. Onun yapısı içinde köklendik ve çiçek açtık ama kaygımız sadece basit yaşamsal faaliyetlerin ötesinde şeyler aramamızı bizi hediye olarak sundu. Kendi izimizi bırakmak onu işaretlemek gözlemlerimizi dönüştürerek doğa ve uzaya aktarmak kendimizi bulmamızda önemli bir rol oynar. 

Eğer kendi kültürümüzün bildirimi bunu yönetiyorsa doğanın vasiyeti her ikisine de potansiyel bir evrim durumuna sürükleyecektir. Bilim ve sanat konusunun ikiside doğayı incelemeye ve ona ışık tutup kendimizi ifade etmeye ve anlamaya çalışma çabasıdır. İnsanlık doğanın onuru için form yaratarak onu yüceltir. Doğadaki maddeler kendi modellerini tekrardan izole bir şekilde yaratabilir ve bunu herhangi bir dökümana dönüştürebilir. İdeal düşünce bazen nazik bazen de haşin olabilir ama her zaman doğal çevrenin bvir parçasıdır.
  
Land art adı tabiyatın içinden çıkan işlerin karşılığı olarak meydana gelen sanatsal olayın en karmaşık ve büyüleyici halidir.

Land Art kavramı 1960’lı yılların sonlarında ABD’de gelişmiş ve 1970’li yıllarda Avrupa’ya yayılmıştır. Minimalist heykel anlayışıyla olduğu kadar kavramsal sanatla da yakın bir görüşü paylaşan Land Art, çağdaş sanatın “Non-Art” ya da “Anti-Form” hareketleri içinde yer almaktadır. Sanatın uygulama alanını genişletmek isteyen, sanat pazarına karşı çıkan, galeri ve müzelerin dışında etkinlik gösteren bu eğilim, bölgesel bir ekoloji bilinci ve arkaik kültürlerin yeniden keşfi ile de ilgilidir. Bu yönüyle Minimal Sanat’ın teknolojik biçimciliğine karşı olan Land Art, XIX. yüzyılın romantik manzara ülküsüne bağlanarak doğanın gizemine yeniden dönüşü destekler.
“Doğrudan doğa üstünde çalışmak, toprakla ilişkili işler gerçekleştirmek” anlamını içeren “Toprak Çalışmaları”(Earthworks) yapan Michael Heizer, Robert Smithson, Robert Morris, Walter De Maria gibi Amerikalı sanatçılar yapıtlarını daha çok Nevada ve California’nın çöllük bölgelerinde gerçekleştirmişlerdir.

Buralardaki uçsuz bucaksız boşluklar ve engelleyici mevzuatın bulunmaması sanatçıların doğal çevrede istedikleri boyutta —Çoğu kez anıtsal— çalışmalarına olanak sağlamaktadır. Yapıtlarında heykel ve mimarlıkla ilgili verilerden yararlanan bu sanatçılardan Robert Smithson’un “Spiral Dalgakıran”ı , Robert Morris’in “Gözlemevi”, Michael Heizer’in “Çift Negatif”i , Nancy Holt’un “Taş Hücre”si , Alice Aycock”un “Labirent”i bu anlayışın başlıca örneklerinden sayılmaktadır.
Robert Smithson'ın en ünlü çalışması Spiral Jetty (1970), Utah, Great Salt Lakedeki terk edilmiş bir endüstri­yel sitede düşünülmüştü, Dwan'dan fon sağlayan Smithson, petrol arayıcılarının mahvettiği endüstriyel atık arazisini, bütün yeryüzü eserlerinin herhalde en ünlü ve romantik olanına dönüştürmüştü. Smithson. fiziksel entropi anlayışı.
'tersine evrim' kendi kendini yok etmeden ve bunun yanı sıra doğanın kendini yeniden doğuran süreçleriyle sahiplenip dönüştürme imkânlarından büyülenme derecesinde etkilenmiş bir sanatçıydı, Doğaya sanat adına sahiplenilen ve erozyonun da müdahalesiz doğa adına sahipleneceği bir çalışma olan Spiral Jetty bu temaların peşindedir. Bu çalışmanın kaldığı sürece çekilen fotoğraflardan ve ilk dönemde çekilen bir filmden anlaşılacağı üzere, gölün kabarıp alçalan su seviyeleri Spiral Jetty'nin dibe gömülmesi, suyun üstünde ancak ara sıra görülebilmesi anlamına geliyordu.


“Land Art” sözcüğü kalıcı olmayan, daha doğrusu fotoğraf ya da video aracılığıyla tesbit edilen bir dizi yapıtı tanımlamak için de kullanılmaktadır. Bu tür çalışmaların başlıca niteliği doğa ile çok yakın ilişkide olmaları ve doğada bırakılan izlerin yapıt olarak ortaya konulmasıdır. Amerikalı Dennis Oppenheim’ın (1968-1969) ilk çalışmalarında uyguladığı “toprağın mevsime ve iklime bağlı değişiminin kaydedilmesi”, İngiliz sanatçıları Richard Long ve Hamish Fulton’un yürüyerek “manzarada bıraktıkları ayak izleri”, Christo’nun 1972’de Colorado’da gerçekleştirdiği “Vadi Perdesi” ve bunlara paralel bir anlayışla toprak üzerinde oluşturulan ahşap ya da taş çizgiler ve daireler “Toprak Sanatı” örnekleri arasında yer almaktadır . Norbert Lynton

Toprak Sanatı, Arte Povera, Olanaksız Sanat gibi isimlerle de anılan Eksantrik Eylem adlı sanat anlayışı ötekilerden çok farklı bir kategoriyi oluşturur. Dünyanın ıssız bir bölgesinde, daha önce hiç ayak basılmamış bir toprak parçasında, nokta nokta çizilen bir çizgi üzerinde ileriye ve geriye doğru bir süre yürünür. Toprağın üzerinde dönerken bölgenin bir fotoğrafını ve haritasını da beraberinde getirir. Başka biri çölde, birbirine paralel iki siper kazar ve boş, kullanılmamış arazide, heykeli andıran iki iz bırakmış olur. Bir fotoğrafla da yaptığı hareketi belgeler. Ancak geçen zaman nasıl ilk insanın açtığı patikayı yok etmişse, bu yapıtları da silip götürecektir. Yapılanlar geçicidir; eserin satılabilmesi mümkün değildir; yapılan işin masrafı satışa çıkarılan fotoğraflarla karşılanır. Bazı bölgelerde planlarını gerçekleştirebilmek için sanatçıların makine ve işçi kullanması gerekir. Bu tür çalışmalarda sanatçılar, yeryüzeyinin büyük parçalarını yeniden düzenlerler, ırmakların donmuş yüzeylerini çeşitli motifler uyarınca keserler, ya da yeni sürülmüş bir tarlayı tırmıkla düzelterek yeni şekiller oluştururlar.

Kırsal kesimde yapılanlara benzer çalışmalar, kent ortamında da gerçekleştirilmiştir. Kentin varlığına duyulan kuşkunun ve nefretin doğal ve kaçınılmaz sonucu olarak, bunlar kent ortamına meydan okuyan eylemlerdir. Bir sanatçı sergi açtığı galeriyi diz boyu taze, verimli toprakla doldururken; bir başkası, New York'ta bir araba parkını fırıncıların kullandığı tuzla kaplar. Ötekinin herkese açık bir galerinin zemininde, taşlardan oluşturduğu daireler, ilk insanın ayinlerle ilgili yapılarını hatırlatarak, makineleşmiş toplumda kesin bir kültür ve zaman şoku yaratır. Bu tür sanatın karakteristik özelliği kullanışsızlık ve yararsızlıktan çok, olumlu yöndeki mantıksızlığıdır: Görünürde hiçbir anlamı olmayan, geçici bir iz bırakmak için düşünce, emek ve malzeme harcanmıştır. Peki bu büsbütün amaçsız bir çaba mıdır? Aşırı israf yüzünden kaygılar duyulmaya başlanmış bir dünyada, savurganca bir takım hareketlerden ibaret midir? Eğer bu işler üzerinde iyice düşünürsek bunların, insanların ve maddelerin sömürülme­sine karşı; 20. yüzyıl kentinin hemen tanınan özelliği olan inşa etme ve yıkmaya karşı; doğa ve zaman önünde insanın küstahlığına karşı duyulan birer tepki olduklarını anlarız. Peki bu insanlar çölde çukur kazmaktan ya da bir ağacın altında dallardan motif oluşturmaktan başka birşey yapmazlar mı? Sanatçılardan bazıları da yaptıkları işlerle dip­lomat ve satıcı yeteneklerini, ender görülür şekilde birleştirmiştir. İçlerinden biri Sürrealistlerin, örtülü bir nesne ardında saklı olan giz temasını almış; doğal alanlara ve büyük anıtlara uygulayarak bu düşünceye yeni bir anlam vermiştir. Bazı tasarıları proje halinde kalmış; ayrıntılı planlar ve tartışmalar gerektiren bazıları ise gerçekleşmiştir.
Avustralya'da uzun bir kıyı örtülmüş; Kalifornia'da bir kır portakal rengi perdelerle kaplanmıştır. Bu projelerin, sanatçının neler tasarladığını gösteren, özenle yapılmış çizimleriyle kolajları, işlerinin kalıcı bir dökümünü verir. Bunlar, başka çalışmalar yapabilmesi için gerekli masrafları karşılamak amacıyla satılmışlardır. Sanatçının uygulanması çok zor olan tasarıları, işlerinin Sürrealistçe niteliklerinden daha önemlidir ve tüm yaptıklarının temasını oluştururlar. Belki de ortaya çıkan bir fırsattan yararlanılarak yapılmış olmaları bu temayı güçlendirir: Yapılma­sı olanaksız bir iş gerçekleştirilir. Benzeri çalışmalar zaten öteden beri askeri amaçlarla yapılmaktadır. Askeri amaçlar için gereken insan gücü ve malzeme elde hazır bulunmakta ve toplumsal engeller önemsenmemektedir. Amerika'lı Newton Harrison'ın tasarladığı, üzerinde düşündüğü ve araştırdığı, ancak henüz uygulamaya koyamadığı son derece çekici bir projesi vardı. Kullanılmayan askeri roketler, Kalifornia göklerine atılıp, atmosferdeki kimyasal maddeler ateşlenerek yapay bir 'auroro borealis' yaratılacaktı. Askeri ve sivil yetkilileri kan­dırmayı ve olağanüstü harcamaları gerektiren, uzun bir programa daya­nan bu tasarı gerçekleşirse, kısa süren ama olağanüstü anlar yaşatan bir olay, görkemli bir havai fişekler gösterisi gerçekleşecektir. Bir megaloman şakası mıdır bu? Peki ama, şu raflar dolusu hırdavatı, general­ler hangi amaçla kullanmayı düşünüyorlardersiniz?

1960’lı yıllarda çalkantılı atmosferinin ardından müzelerin ve galerilerinin dışına çıkıp mekan olarak adeta tüm dünyayı kullanan Land Art sanatçılarının çöllerde, taş ocaklaronda, uçsuz bucaksız arazilerde, terkedilmiş madenlerde, dağlık zirvelerde gerçekleştirdikleri çalışmalar, bir yandan sanatın tanım ve uygulanışında artık tüm sınırların aşılarak sanat yeni anlamlar yüklendiğini, diğer yandan da mekan anlayışının giderek sonsuza açıldığını göstermektedir.
          Özellikle yakın geçmişe bakıldığında sanat dalları ve uzmanlık alanları arasındaki sınırların yıkıldığı, çeşitli araçların (teknoloji ürünü araçların ve özellikle iletişim araçlarının) kullanılmasıyla çok yönlü sanatlar yaratacak şekilde yeni tarzda çalışmalar girişildiği bir dönem, mimarlık, resim, fotoğraf, sinema vb. Sanat dallarının sınırlarında kendisine yer edinen Land Art’ın köken olarak Happening’e ve Pop Art’a dayandığı, sanatçılarının büyük bir çoğunluğunun Amerikan Minimalizminden geldiği ya da benzer bir evrim geçirdikleri gözlenmektedir. Her ne kadar nesneyi, gerçek bir nesne olarak özgürlüğüne kavuşturan Minimalist sanatçıların sergilekleri tavır, yeryüzünü adeta bir resim yüzeyi gibi düşünerek araziyi biçimleyen kimi Land Art sanatçılarının tavrından farklı olsada, gerek Minimalizmin, gerkse Land Art’ın temelde resim ve heykelin sınırlarını zorlayan bir anlayışı benimsedikleri açıktır. Ancak, bu noktada görülmektedir ki, açık arazilerde, doğada ancak havadan kuşbakışı bakıldığında kavranabilecek izlerin ve işaretlerin bırakıldığı çalışmalarla ‘‘Havasal Sanat’’ da denilebilecek bir sanat devrinin başlangıcını haber verir.
          Dolayısıyla Land Art’la birlikte mekan artık sınırısdır, her yerdir, dünyadir ve mekan olarak dünyayı düşünen sanatçı, düşüncelerini gerçekleştirebilmek için her türlü nesneyi, mekanı, hatta dünyayı, doğayı kullanabilmekte, böylece Greenberg’in deyimiyle ‘‘Yetenek alanının ötesine geçer’’ çalışmalarıyla sanatın tanım ve uygulanışına farklı türden bir yaklaşım sunmaktadır.
          Her ne kadar insanın üstünlüğünü adeta gizliden vurgulamak isteyen kimi anıtsal çalışmaların gerçekleştirdiği Amerika ile doğaya karşı daha mütevazi bir eylemin sözkonusu olduğu avrupa arasında bu noktada bazı farklar gözlemse de adeta bir iz bırakma, bir sınır oluşturma çabasındaki insanın bir anlamda evrenin sonsuz mekanı karşısındaki durumunun birer simgesi denilebilecek tüm çalışmalarda, çatışan ve tüm çatışmalara rağmen uyum içinde olan bir insan-doğa ilişkisinin varlığını görmek olasıdır.
          Land Art sanatçılarına göre gerçekleştirdikleri çalışmalar ile iklim, doğa şartları arasındaki karşılıklı bir etkileşim mevcuttur ve bu bağlamda çalışmalarını evrimden geçirme isteği genel olarak tüm Land Art sanatçılarında görülen ortak bir özellik olarak dikkat çekmektedir.
          Aslında Land Art sanatçıları için biri modernizmden miras kalan, diğeri ise ona karşı mücadele eden olmak üzere iki zaman kavramı sözkonusudur, bunlardan ilki, ‘‘an’’ın ve ‘‘şimdi’’nin bünyesinde doğan bilime ve kurguya dayalı olan, ikincisi ise sürekliliği araştıran ve sanatsal çalışmaların yapılışı ve yokoluşları üzerinde duran görüşlerdir ki, bu görüş maddelerin dönüşümü ve vücudun deneyimi üzerinde odaklanmıştır. Ancak görülmektedir ki, ‘‘zaman’’ hakkında birbirine zıt olarak kabul edilen ve dolayısıyla bir tartışma ortamının yaratılmasına neden olan her iki görüş de pek çok Land Art çalışmasının doğasında mevcuttur.
Robert Smithson (d. 2 Ocak 1938, Rutherford, New Jersey – ö. 20 Temmuz 1973), ABD'li sanatçı. Jeoloji, kristallografi, endüstriyel atıklar ve bilim kurgu gibi alanlarda da çalışan bir sanatçı. 1960'larda modüler birimleri ile çoğunlukla kristal yüzeyleri anımsatan minimalist çelik heykelleri ile dikkat çekti. Sonraki işlerinde özellikle yere atma ve dökme gibi işlemleri işin içine katarak yer çekimi kavramıyla uğraşan heykeller yaptı. 1970 Nisan'ında Utah'taki Büyük Tuz Gölü'nün kuzeydoğu kıyısına en ünlü eseri olan Spiral Mendirek'i ('Spiral Jetty') inşa etti.
'Spiral Jetty' dağınık kayalık bir alandır, kendi etrafında sarmalanmış ve bir çıkmazla sonlanmıştır. Mevsim değişimlerine karşı şaşırtıcı derecede duyarlıdır. Su yosunlarının miktarına ve değişen tuz tabakalarına maruz kalan kayalara bağlı olarak su renk değiştirir.
20 Temmuz 1973'te çevrenin keşfini yapmak üzere profesyonel bir fotoğrafçı ile birlikte havalanan Smithson'un uçağı düştü, içindeki üç kişi de öldü. Otuzbeş yaşında hayatını kaybeden sanatçının yarım kalan işi Amarillo Ramp'i eşi Nancy Holt tamamladı.
 
Herbert Bayer (d. 1900 - ö. 1985), Avrupa reklamcılık ilkelerinin ABD'de yayılmasında etkili rol oynamış Avusturyalı grafik sanatçısı, ressam, fotoğrafçı ve mimar.
Önce mimarlık eğitimi gördü. 1921-1923 arasında o dönem Almanya'sının en ileri tasarım okulu olan Bauhaus'da Vasiliy Kandinskiy ve Laszlo Moholy-Nagy'nin öğrencisi olarak tipografi ve duvar resmi öğrenimi yaptı. Daha sonra aynı okulda grafik tasarımı ve tipografi dersi verdi. Bu arada bir yandan da Amerikan moda dergisi Vogue'de sanat yönetmenliği yapıyordu. 1928'de Berlin'e gitti; 1938'e değin reklamcılık, resim, sergi tasarımı, tipografi ve fotoğrafçılık alanlarında çalıştı.1938'de New York kenti'ne yerleşerek reklam tasarımı konusuna yöneldi.
1946'da Container Corporation of America'nın tasarım bölümü başkanı oldu ve her yıl Colorado eyaletindeki Aspen'de bir sanat şenliği düzenleyen Aspen Kuruluşu'nın tasarım danışmanlığını üstlendi. Aspen İnsanbilimleri Enstitüsü Binası (1962) ve yıllık şenliklerinde kullanılan Müzik Çadırı (1965) gibi birçok mimari tasarım gerçekleştirdi. Grafikerliği ve ressamlığı sürdürürken çevresel sanat alanında da Mermer Bahçe (1955) ve Duvarın Ötesi (1976) gibi denemeler yaptı.
Özellikle fotomontaj ve fotoplastik (kemiklerle ve geometrik biçimli nesnelerle kurgulanan ölü doğa) gibi teknikleri uyguladığı avant-garde anlayıştaki çalışmalarıyla tanınan Bayer, aynı zamanda toprağa biçim vererek oluşturulan yeryüzü sanatı dalının öncülerindendir. 1955'te Aspen Enstitüsü'nün arazisinde gerçekleştirdiği uygulamada çember biçiminde, çim kaplı bir toprak duvar tasarladı. Yüzü aşkın resim, heykel, duvar halısı ve fotoğraf sergisi açan Bayer, 1970'te Amerikan Grafik Sanatlar Enstitüsü'nün (American Institute of Graphic Arts) altın başarı ödülünü kazanmıştır.

Richard Long 2 Haziran 1945 tarihinde İngiltere'nin kuzeybatı bölgesindeki Bristol şehrinde dünyaya gözlerini açan Richard Long 1962'de yaşadığı kentte mevkum Batı İngiltere Üniversitesi'nde sanat eğitimine başladı. 1965'te buradan mezun olan Long akademik eğitimini Londra'da bulunan St. Martin Sanat Okulu'nda sürdürdü. 1968 yılında bu okuldan mezuniyetinin ardından 1960’ların sonunda sanat dünyasında adını duyurmaya başlayan Richard Long, çağdaşı İngiliz sanatçılarla beraber heykel sanatını geleneksel malzeme ve metodların ötesine geçirerek yeni bir ihtimaller dünyasının kapılarını aralayan sanatçılar kuşağının içinde yer aldı. Long'un doğayla derin bir özdeşilk kuran eserleri sanatçının tek başına çıktığı doğa yürüyüşlerinden kaynaklanıyordu. "Yürüyüş" temasını bir medyum olarak kullanan Long, bu yolla heykelin tanımını devrim yaratacak biçimde değiştirdi. Yürüyüşleri onu İngiltere'nin kırlık bölgelerinden, Kanada vadilerine, Moğolistan ve Bolivya gibi dünyanın dört bir köşesine götürdü. Long gördüğü manzaraları yeniden düzenlemek yerine ele aldığı vahşi tabiat köşelerine, kayalar eklemek, veya basit geometrik şekiller yapmak gibi küçük eklemeler yapmaktadır. Sanatçının çalışmaları zaman, uzam, coğrafya, hareket ve hacim arasındaki ilişkileri keşfetmek amacı gütmektedir.

Dennis OPPENHEİM , ABD li sanatçı (Washington/Mason City 1938), Kaliforniya College of Arts and Crafts’da ve Stan-ford Üniversitesi’nde öğrenim gördü. 1960′ların sonlarında land art doğrultusundaki çalışmalarıyla tanındı. Bunların en ünlüsü, yeni sürülmüş bir tarlayı tırmıkla düzelterek yeni biçimler oluşturduğu Directed Seeding Wheat (Yönlendirilmiş Buğday Ekimi) 1969 adını taşır. Daha sonra body art (gövdesel sanat) doğrultusunda, kendi bedenini sanat aracı olarak değerlendirdiği çalışmalar yaptı (Reading Posılion for Secönd Degree Burn/ikinci Dereceden Yanık için Okuma Konumu). Eylemlerim fotoğraf, video ve filmlerle belgeleyen sanatçının öteki çalışmaları: ”Annual Hings (Yıllık Halkalar) 1969, Timetrack (Zaman İzi) 1969, Zehirli Kesim (1969).



Andy Goldsworthy Britanyalı sanatçı. Cheshire  İngiltere’de  1956 doğdu, Yorkshire büyüdü.  1974-75 arası Bradford College of Art ve 1975-78 arası Preston Polytechnic sanat okullarında öğrenimini tamamladı. İskoçya'da yaşamaktadır. Doğada ve doğal malzemelerle eserlerini yaratmaktadır. Arazi sanatı  (Land art) hareketinin önemli ve popüler temsilcilerinden biridir.
       
Kaynak
Norbert Lynton, Modern Sanatın Öyküsü
Ayşe Sibel Kedik, Sanat ve İzleyici İlişkisinin Değişen Görünümü ve Zaman Kavramı Bağlamında Land-Art, Türkiye'de Sanat, Sayı :38
Robert  Nyron,  Modern Art in America
Jeffrey Kastner – Brian Wallis, Land and Environmental Art
www. wikipedia.org

1 yorum: