Sayfalar

12 Eylül 2010 Pazar

MODERNİZM VE POSTMODERNİZM KAVRAMLARI

MODERNİZM VE POSTMODERNİZM KAVRAMLARI


20. yüzyılın ilk yarısında dünyamızda büyük değişimler, sosyal, siyasal, ekonomik dönüşümler ve devrimler yaşanmış, ikinci yarısında ise, devrimlerin çoğunun yok oluşunu hazırlayan değişimler ivme kazanmış, yeni gelişmeler ve paradigmalar oluşarak günümüzü etki altına almıştır. Son yıllarda karşı konulmaz bir rüzgar haline gelmiş olan “post” önekini alan sözcükler, kavramlar bilim ve sanat dünyasının gündemine girmiş, neredeyse onlarsız yapamayacağımız biçimde yaşadığımız dönemi açıklayan bir “postlar” çağı yaratılmıştır. Hemen hemen her şeyin başına “post” koyarak, ekonomimiz post-endüstriyel, üretim sistemimiz post-Fordist ve kültürümüz ise postmodern hale gelmiştir. Yaşadığımız dönemin kültürünü derinden etkileyen postmodern kavramı, 1960’lı yıllarda öncelikle sanatta ve mimaride yeni eğilimleri ifade edecek biçimde kullanılmaya başlanmış ve kavramsal olarak geniş bir yelpazede dokunmadığı, etkilemediği neredeyse tek alan kalmamıştı.

Üzerinde çok sayıda çalışmanın yapıldığı, sayısız yayının gerçekleştrildiği postmodernizm, tanım konusunda kesin ve ortak bir noktası olmayan, bazen karmaşık ve zor felsefi anlamlar yüklenmiş, bazen de çok basit nitelemeler ile belirsizliğe mahkum edilmiştir. “Postmodernistlerin sayısı kadar postmodern tanım vardır” diyen Featherstone bu durumu çok güzel bir şekilde açıklamıştır. Aslında, ortak kabul gören ve üzerinde uzlaşılan bir tanıma indirgeme olanaksızlığı, postmodernizmin doğası gereği kesin anlamlara ve kategorik yaklaşıma karşı olan en ayırt edici özelliğidir. Bir tanım yapmaya kalkışmanın kendisi bu açıda bir çelişki yaratmaktadır. Dilbilimi açısından, “pos” ve “modern” sözcüklerinden türetilmiş olan postmodernizm, “modern ötesi” “Modernizm sonrası” anlamına gelir ve modern sözcüğü ile açıklanan bir dönemden sonra gelen yeni bir dönemi ya da durumu açıklar. Modern sözcüğünün anlamı ise, içinde yaşanılan günlere, çağa ve onun bilincine uygunluktur. Yeni, ilerici, yenilikçi olan şey anlamına gelen “modern” sözcüğü bu içeriklerle bir sıfat olarak da kullanılmaktadır.

Modern ve postmodern sözcükleri ve kavramları ile bağlantılı dört kavram çiftinin açıklığa kavuşturulması, konunun daha iyi anlatılmasına yardımcı olabilecektir. Bunlar ;

Modern / postmodern
Modernleşme / postmodernleşme
Modernizm / postmodernizm
Modernite / postmodernitedir.

Modernite / postmodernite kavram çifti, tarihsel süreç içinde iki dönemi ifade etmektedir ve iki kavram da birer dönemin ismi olarak kullanılmaktadır. Modernite, Batı tarihindeki 17. ve 18. yüzyılda yaşanan Aydınlanma Çağı’na kadar giden ve özellikle Endüstri Devrimi’yle kurumsallaştığı, siyasallaşmasını 1789 Fransız İhtilali’nde bulduğu, 1960’lar ve 1970’lerde sarsılmaya başladığı ve 9 Kasım 1989 tarihinde Berlin duvarının yıkılması ile sona erdiği söylenebilen dönemin adıdır. Bu dönem ile kapitalizmin gelişmesi paralellik gösterir. Postmodernite ise, moderniteden sonra gelen dönemin adıdır. Modern / postmodern kavram çifti dilbilgisi açısından sıfat olarak tanımlanabilir ve o dönemlerde özgün nitelikleri kapsayan bir çerçevede anlamlandırılabilir. Modernleşme / postmodernleşme, iki farklı oluşumu, durumu ifade etmektedir. Bu açıdan modernleşme, sosyal ve ekonomik düzenin değişiminin bütününü ve bunu belirleyen süreçleri açıklayan bir kavramdır. Modernizm / postmodernizm kavram çifti ise, söylemin ideolojik boyutuna işaret etmektedir. Modernizm, kapsadığı dönemdeki baskın sosyal, ekonomik ve politik koşulları açıklayan bir kavramdır ve çağcılık, yenilikçilik anlamına gelmektedir. Aslında birbirinden farklı anlamları olan bu kavramlar, zaman zaman eşanlamlı olarak kabul edilip birbirinin yerine kullanılabilmektedir.

Postmodernizmi daha iyi anlayıp algılayabilmek için onu tarihsel bir kavram
olarak kabul etmek, analiz edebilmek için de doğrusal tarihi süreç açısından bakmak gerekmektedir. Alvin Toffler’in klasikleşen “Üçüncü Dalga” adlı eserinde sözünü ettiği insanlık tarihinin geçirdiği üç dönem, belki de Modernizm ile postmodernizmi dönemsel olarak ele alıp incelemede en etkili yaklaşımı oluşturmaktadır. Bilindiği gibi Toffler üç dönemi; tarım, endüstri ve bilgi dönemleri ve değişimleri olarak açıklamaya çalışmıştır. Tarım döneminin bin yıl gibi uzun bir zaman sürdüğü, endüstri döneminin ise üç yüzyıllık bir zaman dilininde oluştuğu söylenebilir. Öte yandan bilgi dönemi onar yıllık büyük patlamalar biçiminde oluşmakta ve büyük değişimlere, oluşumlara normal bir insan ömrü şahitlik edebilmektedir. Bu üç dönemi modern öncesi, postmodern (modern ötesi) dönemler olarak adlandırmak olanaklıdır.

Modern öncesi dönemi feodal, toprağa bağlı, tarımın ve tarım toplumlarının egemen olduğu ya da endüstrileşme öncesi dönem olarak adlandırabiliriz. Bu dönemin genel özellikleri arasında; sermaye birikiminin çok düşük, iş ve eğer varsa uzmanlıkların en az düzeyde olması ve kabile yada aile çerçevesinde oluşması, tüketimin çoğunlukla köy sınırları içerisinde yapılması sayılabilir. Manevi değerler, aile bağları, toplumsal dayanışma gibi unsurların oluşturduğu feodal adetler ve gelenekler, ekonomik akılcılığın yerini almaktadır. O dönemde üretim, hayvan ve beden gücüne bağlı olarak gerçekleştiriliyor ve üretimin geleceği doğa şartlarına doğrudan bağlı bulunuyordu. Toprağın, üretimin yoğunlaştığı el sanatları ve tarımsal ürünlerin meydana getirilişindeki en önemli unsur olması, onun bir yapıda “toprak ana” olarak kabul görmesini sağlamıştır. Yaşamın anlamı daha çok yeme, giyinme ve korunma gibi temel ihtiyaçların tatminine yönelmişti. Değişme ve zaman kavramı hızlı olmaktan çok uzaktaydı ve cehaletin, bilinçsizliğin, gelenekselliğin her yerde baskın olduğu bir dönemdi. Yaş ve deneyim yoluyla edinilen sözlü anlatı biçimindeki bilgi, hem yetersiz hem de sınırlıydı. Batıl inançlara, gizemli güçlere ve doğa güçlerine bağlı olmanın egemenliği söz konusu idi. Feodal – Aristokrat seçkinler kültürünün egemenliği, imparatorların, kralların, prenslerin, şahların varlığı sayesinde sürmekteydi. Sonuçta, sayıları az olan kentlerde yaşayan bu seçkin azınlığın kültürü “yüksek” olarak adlandırılarak, kırsal kesimin ve çoğunluğun kültürü olarak da “folk” kültürü oluşmuştu. Tarımsal kültürün mayasını ve çimentosunu din oluşturmakta, bireyin kendi kaderini belirleyememe acizliğinde olması din ve Tanrı olgularını merkeze yerleştirmekte ve din adamları, şeyhler egemen kültürün taşıyıcıları arasında yer almaktaydı. İnsanların Tanrı tarafından yaratıldığı ve hepsinin değişmeyen, benzer özelliklere sahip olduğu kabul edilirdi. Tanrı’nın yarattığı düzene ve gerçeğe karşı koymak olanaksızdı ve bu nedenle esaret, baskı, işkence ve demokratik eşitsizlikler sık rastlanan gerçekler olarak görülürlerdi. Özellikle üretimde çalışma tamamen zorlama mistik özelliklere dayandırılıyordu.

Alman düşünür Max Weber’in öne sürdüğü gibi, modernite, feodaliteyi izleyen aklın ve pozitivizmin önem kazandığı tarihsel dönemi ifade eder. Modernizm, ortaçağ sonrası Aydınlanma Projesi ile başlayan ve mutlak etkisini 1960’lara ve 1970’lere kadar sürdüren dönemlerin adıdır. Modern sözcüğünün bugünkü kavrama gelme süreci 1789 Fransız Devrimi ile başlamıştır ve bu tarih başlangıç alınarak I. Dünya Savaşı sonuna kadar geçen zaman “modern çağ” olarak kabul edilmektedir. Yenilik ya da içinde yaşanılan zamana eş anlamlı kullanıldığında, modaya uygun davranmaya, eskiden yeniye geçişe de modern denilebilmektedir. Bu durumda, yenilikler açısından bakıldığında bir önceki dönemden içinde bulunduğumuz dönem daha modern denilebilmektedir. Ancak, burada unutulmaması gereken nokta, değişimin, yeniliklerin önemli biçimde yapısal ve köklü niteliklerde olması özelliğidir. Modern öncesi dönem tarıma ve feodal yapıya dayanırken, bunun yerini sanayileşmiş bir dünya almıştır ve bu yapısıyla da modern bir özellik taşır. Aklın ve bilimin egemen olduğu, sürekli ilerleme ve hızlı değişimi ifade eden ve kaderci yaklaşımın terk edilmesini öngören Modernizm, “inanan insan” yerine “düşünen insan” kavramını, “kulluk” yerine “bireyi” oluşturmaya çalışır. “Tanrı merkezli” bir dünyadan “insan merkezli” bir dünyaya geçmek mümkün olmuştur. Bu bağlamda laiklik kavramının uygulandığı dönem olarak ifade edilebilir. Aklın ve bilimin evrensel yasalarının egemenliği, tartışılmaz üstünlüğü kabul edilmiştir. Doğa üstü bağların zayıflatıldığı, koparıldığı ve bunların üzerinde bilim ve aklın hakimiyet kurabildiği, Tanrı’dan uzaklaşmanın gerçekleştirildiği dönemi ifade eder. Kaderciliğe, dışarıdan bir güce ve otoriteye gerek duymayan, bireyin kendi hayatını gerçekleştirebilme değerine sahip olan modern söylem savunuculuğuna göre, bugünkü postmodern dünyada insanın yüceltilmesine karşı gelme, insanı metalaştırmadır. Buna karşın postmodernistler ise;

“yüceltilmiş tarih” , “sınıflandırma mantığı” , “yüksek kültür” ,
“yetkisel (otoriter) buyurganlık” gibi kavramlara saldırmaktadırlar.
Onlara göre Modernizm eleştirilmeli ve aşılmalıdır.”

Modernizmin, akıl ve bilime dayalı olması; esdüstriyel üretimin buharlı makineler sayesinde artmasına, kol gücüne dayalı vasıflı işçiliklerin gelişmesine, uzmanlıkların ortaya çıkmasına, montaja dayalı kitlesel standart ürünlerin üretilebilmesine olanak sağlamıştır.

Modernistler

En önemli gelişmenin başında, hiç şüphesiz gelişmenin başında hiç şüphesiz büyük üretim miktarlarına olanak verecek biçimde sermaye ve bilgi birikimi gelmiştir. Modernleşme ile birlikte yaşamın tüm ağırlığı, tarımsal alanlardan sanayileşmeye başlayan kentlere doğru akmaya başlamıştır. İş hayatının ve şehirleşmenin gelişmesi, çalışma hayatının ve üretimin daha çok fabrika türü alanlarda yoğunlaşması, tüketimin ise çoğunlukla konut gibi alanlarda yapılması modernitenin göstergelerinden olmuştur. Bütün bunların doğal sonucu olarak işgücü ile sermaye sahipliği kesin biçimlerde ayrılmış ve buna bağlı olarak siyasal ideolojiler de kapitalizm ve sosyalizm olarak bilinen iki keskin ana grububa ayrılarak “büyük söylemler” ve “ideolojiler” i oluşturmuştur.
Endüstriyel Devrim; aristokrat ve feodal beylerin yerine burjuva sınıfını, kültürünü ve karşıtında fabrika işçi sınıfını yaratmıştır. Sürekli gelişme ve meta düşkünlüğü, mal edinme yoluyla refaha ulaşma, maddiatçılık kapitalist toplumun büyük vaadi, söylemi olarak belirlenmiştir. Öte yandan sosyalist ülkelerde Modernizm, kapitalizmin karşıtı olarak ortaya çıkmış, “sosyalist birey” kavramı ideal olarak yaşanan ve çalışma hayatının kolektif boyutu, söylemi, büyük ideoloji ve ütopyası olarak öne çıkarılmıştır. Modernizm; büyük söylemlerin, kuramların, evrensel yasaların, ideolojilerin, ütopyaların, yargıların bilimsel ve akılcı bir perspektiften geliştirildiği ve tek bir doğruyu aramaya yönelmenin kabul gördüğü bir dönemdir. Darwin, Marx, Freud, Taylor gibi düşünür ve bilim adamları ve bir çok isim modern dönemin ürünleri olup sosyal olayları uygulamalı olarak açıklamaya çaba göstermişlerdir. Kitle üretimi, kitle tüketimi ve kitle kültürü bu dönemin temel özelliklerindendir. Modernizm, “yüksek” kültür ve “kitle” kültürü ayrımının gerçekleşmesine olanak sağlamıştır. Sanayileşen ve kalabalıklaşan kentlere hücum eden nüfusun yarattığı bir tür kültür olarak “kitle kültürü” yaşama damgasını vurmuştur.

Modernist anlayış; akılcı düzenin oluşturulması, aklın ve bilimin kurallarının hakimiyeti, yükselişi gibi koşulların oluşmasıyla maddi gelişimi ve toplumsal refahı gerçekleştirmeye çalışmıştır. Pozitivizm, deneyselcilik ve bilim modernizmi açıklayabilecek sözcükler olarak ortaya çıkmaktadır. Bu kavramlara göre oluşturulacak dünya görüşü ve yaşam biçimi; sürekli ilerleme, bilim ve aklın üstünlüğü ile laikliğin içinde olduğu, bireysel hakların korunduğu demokrasiyi içerecektir. Bütün başarılara ve uygulamalardaki gözle görülen etkilerine rağmen, Modernizme eleştiriler de getirilmiştir. Bu eleştiriler, belirli konularda ağırlık kazanmıştır. Bu konular aşağıdaki gibi sınıflandırılabilir:
1- Modernizmde birey ve toplum özellikle bilim, akılcılık ve teknoloji tarafından yönlendirilir. Bu açıdan bakıldığında kültürün eş değerdeki etkisinin göz ardı edildiği söylenebilir.
2- Modernizmin maddi gelişme ile önerdiği idealize edilmiş düzen gerçekleşmemiştir ve hala yoksulluk koşulları, insanlığın dertleri sürmekte ve suç işleme yaşamımızın önemli bir öğesi olarak görülebilmektedir.

3- Modernizm, dünyayı basit biçimde ikiye ayrılmış gruplandırmalara indirger. Özne/obje, erkek/kadın, üretici/tüketici, kültür/doğa gibi. Her şeyi kategorize etmenin gerçekleri tam açıklayamadığı ortaya çıkmıştır.

4- Modernizmin paradoksu ve tutarsızlığı, geçerlilik ile idealliğin bağlantısızlığıdır.

5- Sanat ve mimarlık alanlarında modernist durum çok zorlayıcı ve baskıcı bulunur. Çünkü temel önem akılcılık, fonksiyonelcilik ve evrenselliğe verilmektedir.

6- Son olarak feminist eleştiriler söz konusudur. Önceleri, erkeklerin dünyasında kadınlara eşitlik üzerine oturtulmuş politik bir eylem olan feminizm, Foucault, Derrida ve Lacan’ın görüşlerine dayanarak modernizmi eleştirmiştir.

Modernizme karşı yürütülen eleştirilerin önemli bir bölümünün modernizmin geçirdiği krizlerden kaynaklandığı söylenebilir. Bu krizlerin en önemlileri I. ve II. Dünya Savaşları ve bunların getirdiği karamsarlık, umutsuzluk duyguları ile Modernizmin önemli bir önermesi olan “hümanizma” kavramından uzaklaşılması çerçevesinde yapılanlardır. Modernizmin büyük söylemi, insanlığı cehalet ve akıl dışılık tutsaklığından kurtararak özgürlüğüne kavuşmasını sağlayıcılıktır. Stalin ve Hitler gibi liderler bu dönemde çıkmışlardır. İnsanlık tarihinin yüz karası Hiroşima ve Nagazaki felaketleri bu dönemde yaşanmıştır. Auschwitz Nazi toplama kampları bu dönemin uygulamaları olarak gerçekleşmiştir. Bu boyutu ile Yahudi Soykırımı, bilimin, verimliliğin ve modernitenin oluşturduğu bürokratik akılcılığın sonucudur denilebilir.
George Ritzer, bunu “akılcılığın akıldışılığı” çerçevesinde şöyle özetliyor:

“Yahudi Soykırımı, amacı kusursuz derecede akılcı bir toplum yaratmak olan modern toplum mühendisliğinin bir örneği olarak görülebilir. Nazilere göre kusursuz toplum, Yahudilerden (ayrıca çingene, gay, lezbiyen, özürlüler vb.) arınmış olmalıdır.”


Benzer biçimde, Nagazaki ve Hiroşima’ya atılan atom bombalarının bilim ve aklın ürünü olan aklın varabileceği çılgınlıklardan biri olduğundan hiç kimsenin şüphesi yok. Aklın akıldışılığı, demir ve çimentodan yapılmış akılcılaştırılmış aynalı cam gökdelenlerin ve apartmanların (insan siloları), vereimlilik, kar ve sözüm ona insanlara mutluluk verme adına yapılmalarına da neden olmuştur. Bilimsel yönetim ile en iyi üretim yollarının bulunması söz konusu olduğunda, “kol kuvveti” ile çalışarak ürün hattında rutin işleri tekrarlayan insanı gerçekleştirebilmek ancak Modernizmin öngörüsü ile yapılabilirdi. Bant ve montaj işçisinin aklını ve ruhunu üretim yerlerine getirmemesini öngören akıl ve bilimsel uygulamalar; insanı kazanan ancak mutlu olmayan, yabancılaşmış, ruhsal açıdan derinden yaralanmış varlıklar haline gelmiştir. Batı dünyasındaki değişim kısaca şöyle özetlenebilir:

- Dini referans çerçevesinden bilimselliğe ve akılcılığa,
- Kulluktan akılcı, bağımsız ve özgür bireye,
- Tarımsal üretimden, endüstriyel üretime,
- Kırsal yerleşimden, kent yerleşimine,
- Üst kültürden, kitle kültürüne,
- Cemaat yaşantısından, bireysel yaşantıya geçiş.

Modernizm ve onun dayandığı Aydınlanma Projesi akla ve bilime sonsuz bir güveni ifade eden “Akıl Çağı” dönemidir. Bu bağlamdaki ütopya ya da söylem, sorunların tümden ortadan kalkabileceği “sonsuz barış” ve “evrensel barış”ın ulaşıldığı bir yeryüzü cenneti olarak dünyanın yapılandırılmasıdır. Ancak, bu büyük söylem çeşitli nedenlerle gerçekleşememiş, insanlar açlık, sefalet, savaş, ölüm, yoksulluk, işsizlik, çevre kirlenmesi ve nükleer tehditler gibi sorunlarla karşı karşıya gelmişlerdir. Bu durum, modernliğin dayandığı akıl ve bilime kuşkuyla bakılmasına, açık olanla ilgilenen insanların küçük söylemlere yönelmesine neden olmuştur. Büyük umut bağlanan ideallere, total söylemlere, büyük projelere, büyük anlatılara, ideolojilere kuşkuyla bakılmaya ve masal olarak adlandırılmaya başlanmış, sonuçta ideolojisizlik egemen olmuştur.

Moderniteden postmodernizme yönelme tamamen sancısız da olmamıştır. Ancak geçiş süreci hızlı değil, yumuşak ve adım adım olmaktadır. 1960’lardaki Hippy hareketi modernizme bir tür tepki olarak görülebilir. Benzer ve paralel bir hareket de Avrupa’da ortaya çıkan öğrenci hareketleridir. Maddiyatçı yaşamı reddeden, tüketim değerlerini elinin tersiyle itmeye hazır olan, konuşma ve kendini ifade etme özgürlüklerine bağlanan, hoşgörü ve sevgi üzerine inşa edilen bu hareketler kısmen de olsa toplumsal rahatsızlıkları, sorunları su yüzüne çıkartmaya yardımcı olmuşlardır.

Postmodernizme dönemsellik perspektifinden bakanlar için, postmodernizm modernizmden sonra gelen, onun üzerinde oluşturulan ve modernizmden ayrılmayan bir kavram, ulaşılan sonuçlardan biri, bir dönüşüm, bir akım ve bir entelektüel duruştur. Bu yorum ve anlayışa göre postmodernizm, modernizmin sonrasını, ondan türemiş özel bir durumu ve yenilenmesini ifade eder. S. Erinç bunu çok güzel bir biçimde açıklamaktadır:

“Post bugün, İngilizce’de kullanış şekliyle iki anlamı içerir. İlki, Latince orijinine uygun olarak “sonra-sonrası” anlamına gelir. Örneğin; “post-graduate” üniversite, yahut lisans eğitiminden sonraki eğitim demektir. İkinci anlamı ise “post”, bir eklenti, bir ekleme demektir. Örneğin; özellikle bayanların daha iyi bildikleri “pastiche”, bir şeyin –saçın- bitiminden sonra ona eklenen, yapay olan, fakat bitenle bitişen, yani eklentinin fark edilemeyen halidir. “Post” iki anlamdan başka bir tanımlamayı içermez. Kimilerinin vurgulamak istediği, demeye getirdiği, postmodernizme yakıştırdığı karşı koyma, tepki gösterme gibi eylemleri içeren, imleyen herhangi bir anlam yoktur post sözcüğünde.”

Benzer bir açıklama Çabuklu tarafından yapılmıştır. Çabuklu’ya göre postmodernliği modernlikten kesin bir kopuş olarak değil de, modernliğin içinde örtük yada zayıf bir biçimde varlığını sürdüren eğilimlerin egemen hale gelmesi biçiminde yorumlamak daha doğru olur.

Diğer yoruma göre ise, postmodernizm modernizme karşı geliştirilen kökten bir eleştiri, bir başkaldırı, bir hesaplaşma ve bir tepkidir. Bu açıdan bakıldığında, modern sözcüğü ile tanımlanan bir dönem sona ermiş, geride kalmış ve artık yeni paradigmaları olan bir döneme girilmiştir. Modern sözcüğü ile tanımlanan söylemden kopma ve çıkış, genel olarak da eskiden kopuş, geçmişten kopuş, sonralık vardır, devam değil.

Postmodern düşünürler farklı bir aşamanın kabul edilmesi gereğini vurgulayarak, postmodernizmi yeni bir olgu olarak kabullenme eğilimi taşırlar.

Yapılan çalışmalar ve açıklamalar dikkate alındığında, postmodernizmin genellikle beş ayrı açıdan yada beş ayrı bağlamda ele alındığını görüyoruz.

1. Postmodernizm, modernist dünyaya karşı bir duruş ve modernizmi sorgulayan bir yöntemdir. Bu tanım bugün de 1970’lerde olduğu gibi geçerliliğini korumaktadır.
2. Postmodernizm ideoloji karşıtı bir ideolojidir.
3. Postmodernizm bir düşünce biçimidir.
4. Postmodernizm bir sanat akımı ve kültür olgusudur.
5. Postmodernizmi bir akım olarak postmoderniteden ayırmak gerekir.

Postmodernite modernitenin sonunda başlayan bir döneme, jeo-politik bir sürece işaret eder. Postmodernizm ise, düşünce biçimi ve sanat akımı olarak postmodernite dönemin başında etkin olmuştur.

Belirtilen bu görüşlerin irdelenmesini uzmanlarına bırakarak, sözcüklerin anlamları ile kavramların açıklamaları doğrultusunda, postmodernizm olgusu daha iyi açıklanabilir ve anlaşılabilir duruma gelmiş sayılır.

“Postmodernizm; tüketici ile iletişimin ön planda olduğu ve teknoloji hakimiyetindeki toplumların konumunun irdelendiği, modernist anlayışı eleştiren bir kuramdır. Hemen ekleyelim: Postmodernizm, eleştirelliğine rağmen yeni modeller ortaya koymaz; ‘olanı, olduğu gibi kabullenir’ , uzlaşmacı bir tavır sergiler.”

Postmodern yada endüstri sonrası dönem, teknolojide büyük atılımların olduğu ve üretimin sınırsız hale geldiği dönemdir. Kol gücü yerine beyin gücünün, bilgisayar teknolojisinin ve baskın piyasa kurallarının mutlak hakimiyetinin olduğu bir dönemi ifade etmektedir. Büro çalışanları hem sayısal olarak hem de kazanç olarak fabrika işçilerinin önüne geçmektedir. Bilgi üreten ve dağıtan iş alanlarının geliştiği ve büyüdüğü bir dönemin adıdır postmodernizm.

Postmodernistler

Postmodernizm söylemini kısaca şöyle özetlemek olanaklı:
• Genel geçerlik iddiasını taşıyan önermelerin reddedilmesi,
• Dil oyunlarında, bilgi kaynaklarında, bilim adamı topluluklarında çoğulculuğun ve parçalanmanın kabul edilmesi,
• Farklılığın ve çeşitliliğin vurgulanıp, benimsenmesi,
• Gerçeklik, hakikat, doğruluk anlayışlarının tartışılmasına yol açan dilsel dönüşümün yaşama geçirilmesi,
• Mutlak değerler anlayışı yerine, yoruma açık seçeneklerle karşı karşıya gelmekten çekinmemek, korkmamak,
• Gerçeği olabildiğince (sonsuz) yorumlamak,
• Belli bir zaman ve markanın sözcüklerini kullanmak yerine gerçekliği kendi bütünlüğü, özerkliği içinde anlamaya çalışmak,
• İnsanı ruh, beden olarak ikiye bölen anlayışlarla hesaplaşmak,
• Tek ve mutlak doğrunun egemenliğine karşı çıkmak,
• Önemli olan hakikat/doğrunun ne olduğu değil, nasıl kurulduğu sorusudur,
• Genel ahlaksal anlayışlar, ilkeler geçerli değildir, her şey çağın, zamanın gereklerine göre oluşur.

Bütün bu özellikleri ile postmodernizm, kabul edilmiş ya da inanılmış olan değer yargılarımız da dahil her şeyi çok kolay biçimde yıkma, kesin ve tek doğrunun varlığını, akılcılığı inkar etme, saçmalıklara odaklanma gibi algılanabiliyor. Düzen ve kaosun başarılı biçimde birlikte olabileceğini ve düzenin düzensizlikten doğabileceğini düşünen postmodern düşünce, anarşinin ve toplumda genel bir bozulma, yozlaşma, yönsüzleşme ve çürümenin de yansıması olarak görülmektedir. Akıl ve bilimin yanında, din ve mistizmi de koyabilen farklılıklara, zıtlıklara önem veren postmodernist düşünce, sadece dinlerin ve Tanrı olgusunun yeniden dirilmesi sürecini kolaylaştırmıyor, aynı zamanda yeni tarikatların, cemaatlerin ve dini akımların olabilmesine çoğulculuk adına hoşgörü ile yaklaşabiliyor. Bu durumun, dini akımların ve eylemlerin gelişmesi için uygun bir ortam yarattığı, bunun fırsat olarak görülüp yararlanılmasını savunanları cesaretlendirdiği hiç şüphe götürmez diyenlere de rastlanmaktadır.

Postmodernizmin küresel bir kültür olarak algılanması, küreselleşme ve çokuluslu kapitalizmin varlığının göstergesi olmaktadır. Postmodern değerler; endüstrilerini geliştirmiş Batı toplumlarının ve Batı kültüründe yer alabilen değerler yumağı kültürü olup çoğunlukla bu toplumlarda gözlenmekte ve izlenebilmektedir. Modernite ve modernizmden söz etmeksizin, Batı medeniyetine ait bir hareket ve tarihsel bir dönemi açıklamaya çalışan postmodernizmden söz edebilmek düşünülemez. Sanayi ötesi toplumlarda söz konusu olabilecek postmodernizm özelliği ile, F. Jamason’un da belirttiği gibi “geç kapitalizmin kültürel mantığı” olarak kabul edilebilir. Modern çağı yakalayamamış yada yakalamaya gecikerek başlamış gelişmekte olan ülkelerde ise, hissedilebilmekte ve bu ülkeler çabalarını daha çok kalkınmaya ve üretimlerini artırmaya odaklanmaktadırlar. Ancak postmodernizmin etkileri kendini ekonomi, politika ve toplumsal alanlarda artırarak göstermektedir, çünkü taklit ve model alarak öğrenme, kalkınmakta olan ve modernizme geçmeye çalışan ülkelerde yaygın olarak görülmektedir.
Postmodernizm ve Postendüstriyalizmin Gölgesinde Toplum ve Bilim
Türkiye toplumunu da içine almaya başlayan postmodern dalga, birçok kavramı yerinden etmeye ve dönüştürmeye yönelen bu kültür dalgasının, belki de bunu gerçekleştiremediği en önemli alan bilimdir. Birçok alanda sosyal yaşamın belirleyici motifleri olan güven, adalet, ahlak, doğruluk, gerçeklik vb. kavramlar Nietzsche ve ardıllarının yazılarının da ortaya koyduğu gibi bu değerler etkilerini kaybetmiş ve yerini iktidar, çıkar ve bireyselliğe bırakmıştır.

Nietzsche, "Nihilizm"i "Kapıya dayanan ziyaretçilerin en tekinsizi" olarak tanımlıyordu. Aslında Nietzsche'yi iki açıdan da okumak mümkün. Nietzsche, nihilizma "Kapıya dayanan ziyaretçilerin en tekinsizi" derken postmodernitenin insanı varlığa karşı yabancılaştırdığını, insanı bir çıkmaz sokağa sürüklediğini belirtmektedir. Nietzsche'nin meşhur önermesi olan "Tanrı öldü"yü ele alalım. Bu önerme iki açıdan ele alınabilir. Sosyolojik olarak ve felsefi olarak. Sosyolojik olarak "Tanrı Öldü" önermesi benim ilgilendiğim kısımdır. Yani sosyolojik anlamda bu önerme ,toplumsal yaşamda ahlaki yasanın, nesnel doğrunun kaybedildiği, yaşamdan koptuğu anlamlarına gelmektedir. Benzer yaklaşımlara ki bu yaklaşımlar Nietzsche'nin bu önermesini açıklayıcı niteliktedirler, Weber'de "Büyü Bozumu" Horkheimer'de "Akıl Tutulması" vb.de de rastlamaktayız. Sonuç olarak Nietzsche ve kuramsal ardılları postmodernite olgusunu ve tabi ki çetin bir eleştirisini ortaya koymuşlardır. İşte bu noktada Nietzsche'nin "Kapıya dayanan ziyaretçilerin en tekinsizi" bir taraftan yeni bir dönemin (ziyaretçi: postmodernite) başlangıcını, diğer taraftan da bu dönemin çetin bir eleştirisi (ziyaretçi: tekinsiz) ifade etmektedir.Adorno'nun deyimiyle "Nesnel hakikatin inkarı, öznenin de sonu anlamına gelir. Çünkü; ortada Özne'yi bağlayan bir ölçüt kalmaz. " Tarihsel bir dönemecin öteki kanadında ise " Bilgi Toplumu" yükselmektedir.

1960'lı yıllarda Daniel Bell'in eserinde "Sanayi Sonrası Toplumun Gelişimi" belirttiği postendüstriyel ekonomik olgu ve daha sonra de Alvin Toffler, Peter F.Drucker, Alain Touraine, Francis Fukuyama ve saire gibi düşünürlerin de selamladıkları "Bilgi Toplumu" kuramı 20. yy. sonu ve 21. yy'ın sosyoekonomik formasyonunu oluşturmaktadır. Öte yandan postmodernite olgusunun, her ne kadar Foucault, Aydınlanma projesinde nüve halinde bulunduğunu ifade etmişse de, genel olarak iki dünya savaşı sonrasında ortaya çıkan hayal kırıklığı ve modernitenin akla olan güveninin pratik sonuç vermemesi sonucunda yaygınlık kazanmıştır. Yine Frankfurt Okulunun eleştirel yazıları, kitleselleşmenin ve "Doğru Eylem" ölçütünün yokluğundan dolayı oluşan kültürel yaşamı tasvir etmeleri, yine McIntyre'ın "Etik'in Kısa Tarihi"nde belirttiği "Günümüzdeki ahlaki çeşitlilik ve öznellik "durumu postmodernitenin de 20. yy'ın sonunda ivme kazandığını göstermektedir. 19. yy'ın ekonomik formasyonu "Sanayi Toplumu", kültürel formasyonu da "Modernizm" di.

20. yy'ın sonunda ekonomik formasyon "Bilgi Toplumu", kültürel formasyon da "Postmodernizm"dir. Eşzamanlı bu olguların ,yani postmodernizm ile postendüstriyalizmin, ortaya çıkardığı gerilimin tahlilini yapmak bir hayli önem arz etmektedir. Kültürel yaşamın postmodern karakteri ile ekonomik yaşamın postendüstriyel karakteri, çağdaş toplumların içinde bulunduğu çerçevenin temel aktörlerini oluşturmaktadırlar. Modernitenin temel karakteri "akılcılaştırma"dır. Bilim bu akılcılaştırmanın en önemli referansıdır. Bilim, doğrulanabilir, sınanabilir bir "gerçeklik"e dayandığından, Aydınlanma akla, bilime dayanan bir toplum modelini düşlüyordu. Bunun içim akla ve bilime güveniyordu. Bu ideal kültürel yaşamda gerçekleşmeyince, postmodernite, hem modernitenin bu toplum düşüne hem de modernitenin referanslarına (akıl,bilim) karşı çıkmıştır. Oysa modernite yada aydınlanma ekonomik yaşamda hedefleneni "bilgi toplumu"yla gerçekleştirmiştir. Gerçekleşemeyen ise kültürel yaşamdaki "bilimsel ahlak" düşüdür. Postmodernite bunu eleştirmekte haklıdır,ancak eleştirisini yaşamın bütün alanlarına yaymakta haksızdır, geçersizdir. Öte yandan tek bilgi kaynağının bilim olduğu savı mantıkçı pozitivistlerin yaklaşımını ifade etmektedir. Bu yaklaşımı eleştiren Popper, Kuhn, Feyerabendi, Wittgenstaine, Lakatos vb.düşünürler ise bilimsel bilginin geçersizliğini değil, konu ve sınırlarını ortaya koymuşlardır. Sonuç olarak, bilim, tek bilgi kaynağı değilse bile en önemli bilgi kaynağıdır. Bu resmi çektikten sonra, belki de en önemlisi bu görüntünün arkasında gerçekleşen zihinsel, psikolojik ve tarihsel olguların çözümlemesini yapmaktır. Bunlar bilim ile ideoloji-felsefenin ilişkileri ve çelişkileri çerçevesinde ele alınabilir. Bir tarafta "gerçekliği" temel alan bilim, diğer tarafta "göreceliği" ve "öznelliği" temel alan postmodern ideoloji ve felsefe. Ancak buradaki görecelik ve öznellik yemekteki, giyimdeki yada renkteki görecelik ve öznellik değil, bilim dahil, toplumsal yaşamın bütün alanını kapsayan bir rölativizm. Fransız Devrimi'yle başlayan "Katı olan her şeyin buharlaşması" süreci postmodernizmle zirveye ulaşmıştır.

Bu gelişme Heidegger'e göre "Dünyanın gece çağı"dır. Foucault'ya göre "İnsanoğlunun Ölümü", Adorno'ya göre ise "Öznenin Sonu"dur. Bilimin referans olmaktan çıktığı postmodern kültürlerde bilimin varlığı da sorgulanmakta ve iktidara araçsallaşmaktadır. "Bir Meslek Olarak Bilim" (Weber) bu kültürün bir yansımasıdır. Amaçlar ve araçlar adeta yer değiştirmiştir. Kökeni Antik Yunan'a uzanan Eros ve Logos arasındaki diyalektik, çağdaş dönemde Bilgi Toplumu ile Postmodern Toplum arasındaki çelişki olarak değerlendirilebilir. İçinde yaşadığımız durum budur. Türkiye'yi de etkisine alan küreselleşen bu oluşumun yarattığı en olumsuz netice insanoğlunun doğadan kopması, varlığa karşı ontolojik yabancılaşmasıdır. Kültürel yaşamın postmodern niteliği bireylerin de bağlarını koparmış, onları kitleselleştirmiştir. Bu gelişme Horkheimer'in "Akıl Tutulması" dediği sürecin adıdır.

Sonuçta da Horkheimer'in deyimiyle birey ideologların piyonu olma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Öte tarafta ve aynı zamanda ekonomik üretim sürecinin, ekonomik ilişkilerin bilgiye yaslandığı bilgi toplumu ...Bilgi toplumunun temel hareket noktası olan bilimin ve bilginin gerçekliği-geçerliliği, güvenilirliği, mühendisliğe ve tıbba uygulanması, doğaya ve topluma ışık tutması...vb. sayıltıların ortaya çıkardığı, sosyal ve bireysel niteliğe ve gelişime yönelen bir yapı ve yaşam toplumsal yaşam kurumlardan oluşur. Ekonomi ve kültür (değer, ahlak, din, gelenek vb.) bu kurumlardan iki tanesidir. Postmodernite ve postendüstriyalite çağdaş toplumun ekonomik ve kültürel karakterlerini oluşturmaktadırlar. Ekonomik yaşam, üretim süreci artık "bilgi"ye ki bu bilgi güvenilir, geçerli, sonuç doğuran bilgiye dayanmaktadır.Tıbba ve mühendisliğe uygulanabilen bilimsel bilgidir. Sanayi ve tarım ikinci planda kalmışlardır. Kültürel yaşam ise "değerler anarşisi"ne yada "nihilizm"e dayanmaktadır. Toplumsal yaşamın bir alanı düzene, bilime ve olgulara dayanırken, bir diğer alanı düzensizliğe, öznelliğe, yorumlara ve çatışmaya dayanabilmektedir. Durkheim'ın şu tespiti çelişkiyi özgün bir şekilde özetlemektedir. "İnsani tutkular, sadece saygı duydukları manevi bir güç önünde dururlar. Bu tür bir otorite olmayınca en kuvvetlinin sözü geçer ve gizli ya da açık savaş durumu zorunlu olarak sürüp gider. Ekonomik işlevler bir zamanlar ikinci derecede rol oynarken şimdi birinci sıradadırlar. Ancak bugün bilim de uygulamaya, yani büyük ölçüde ekonomik uğraşlara hizmet edebildiği ölçüde saygınlık sahibidir. Toplumsal hayatın bütününde böyle bir yer tutan bir etkinlik biçimindeki düzensizlik elbette çok derin sorunlar yaratır.Genel bir moral bozukluğunun kaynağı özellikle budur" (Akt.Aron 1994:225).

Durkheim, "Anomi" yi "sosyal/ahlaki kuralsızlık" olarak belirlemişti. Merton,"anomi" yi "sosyal ve kültürel yapının uyuşmazlığı" olarak tarif etmişti.Anomi literatürüne bugün yeni bir boyut daha katarak şöyle bir tanım daha eklemek kanımca mümkün.Anomi,"Bilgi toplumunun bilimsel dinamikleriyle ,postmodern toplumun kaotik bunalımı arasındaki gerilim." Bu çift ve çelişik boyutlu yapının ürettiği dengesizlik bireyleri deyim yerindeyse "Havada" tutmaktadır. Birey bu iki çerçeve arasında bocalamaktadır.Dolayısıyla da sağlıklı, dengeli ve nitelikli bir kişi ve sosyal birey olamamaktadır. Tarihin ulaştığı bu safhada görünen o ki,çağdaş toplumlar postmodern ve postendüstriyel kuramların etki ve çelişkileri altındadır. İdeolojilerin toplumları yönlendirme ve şekillendirme işlevlerinin yitirilmesiyle ortaya çıkan "kültürel kriz" yada postmodern durumun egemenliğiyle oluşan sosyokültürel ilişkiler, bilgi toplumunun önündeki en büyük açmazdır. Bundan dolayıdır ki çağdaş çatışma, bilim ile postmodern değerler arasındaki çatışmadır.

Huntington'un "Medeniyetler Çatışması" savı ile Fukuyama'nın "Tarihin Sonu" savı bir arada yürümektedir. Bu sürece "Tarihin Sonundaki Kültürler Çatışması" diyebiliriz.Bir yanda tarihin son aşaması olarak beliren "Bilgi Toplumu" ve bununla birlikte "Liberal Demokrasi" diğer yanda değerler eksenindeki medeniyetler ya da paradigmalar çatışması. Weber'ci "değer" tanımından hareket edecek olursak, yani insanın eylemine yüklediği anlam olarak değer, çağdaş toplumlarda bir değerler anarşisinden ve çatışmasından söz edilebilir. Geçmişte "Doğru Eylem"in ölçütü olarak işlev gören din, gelenek, akıl (nesnel akıl) vb. gibi nosyonların tutulmaya uğradığı bugünün toplumlarında öne çıkan ve etkisini kabul ettirebilen tek unsur "bilim" ekseninde oluşan bilgi toplumunun dinamikleridir.

Batı toplumlarında bilime "katılamayan" yada bilime uyarlanamayan Hristiyanlık, klasik kapitalizm, sosyalizm, faşizm ...vb. ideoloji ve felsefelerin yerini kitle toplumunda Baudrillard'ın deyimiyle "simülasyon"larına bırakmıştır. Bu kültürel sürece küreselleşme de eklenerek bu yapısal çeşitliliği çoğaltmıştır. Postmodernizm ve küreselleşme olguları yeryüzündeki tüm kültürleri, medeniyetleri, felsefeleri ve dinleri yüzleştirmiş ve kendilerini yeniden gözden geçirmeleri sonucunu doğurmuştu. İşte bu noktada "Medeniyetler Çatışması" anlamını açmaktadır. Buradaki çatışma Huntington'un dediği gibi sıcak bir çatışma değil, değerlerin kendilerini kabul ettirebilme mücadeleleridir. Bu mücadelenin kurallarını da ancak bilim ve bilgi toplumunun kuramsal ve otantik yapısı oluşturacaktır.

Bilgi Toplumunu "Tarihin Sonu"na oturtabilmemiz ve tutarlı, kendiyle barışık ve toplumla barışık bireyin sağlanabilmesi postmodern kültürel bunalımın aşılması ve bilgi toplumuna uyarlanmasıyla sağlanabilir. Toplumu ve bireyi postmodern kültürel krizden kurtarmadan ve bilime Rönesans saygınlığını kazandırmadan dengeli, istikrarlı ve ayakları yere sağlam basan bir toplumu, Etzioni'nin tanımladığı şekliyle "insanların içinde yaşadıkları toplumsal dünyanın sorumluluğunu üzerlerine aldıkları bir toplum (Aktif Toplum)'u meydana getirmek olanaksızdır. Dolayısıyla bütüncül, varlıkla dost ve bilgi toplumunun dinamikleriyle uyumlu bir toplum ve birey ancak bu yolla mümkün olabilecektir.

KAYNAKÇA


Gencay Şaylan, Postmodernizm. (Ankara: İmge Kitabevi Yayınları, 1999), s.42

Demirtaş Ceyhun, Modernizm, Postmodernizm ve Türban, (İstanbul: Sis Çanı Yayınları, 2003), s.11

Artuğ Sütgöl, “Postmodernizmin Temellendirilmesi”, 4. Boyut, Yıl:3, Sayı:4, (İlkbahar 1993), s.9

Yavuz Odabaşı , Postmodern Pazarlama Tüketim ve Tüketici , MediaCat, (İstanbul: 2004) s.11

George Ritzer, Toplumun McDonaldlaştırılması (Çeviren: Şen Süer Kaya), (İstanbul: Ayrıntı Yayınları,1998), s.40.

Sıtkı M. Erinç, “Postmodernzimin Tanımı”, Anadolu Sanat, Sayı: 2, (Kasım 1994), s.35.

Yaşar Çabuklu, Postmodern Toplumda Kriz ve Siyaset, (İstanbul: Kanat Yayınevi, 2004), s.8.

Dilek Doltaş, Postmodernizm ve Eleştirisi: Tartışmalar/Uygulamalar, (İstanbul: İnkilap Kitapevi, 2003), s.192.

Bertuğ Sağınç, “Postmodernizm’in Eleştirilecek Çok Şeyi Var”, 4. Boyut, Yıl:3, Sayı:4, (İlkbahar 1993), s.11.

Nesrin Kale, “Modernizmden Postmodernist Söylemlere Doğru”, Doğu Batı, Yıl:5, Sayı:19, (Mayıs, Haziran, Temmuz 2002), s.35.

1 yorum: